AŞÇILIKTAN ÜNİVERSİTE HOCALIĞINA
Cemal Türkan’ın Bolu’nun Kuzörendağlı köyünde başlayan hayat yolculuğu İstanbul, Paris ve Ürdün’den sonra Mengen’de devam ediyor.
Ülkemizin, aşçılıktan üniversite hocalığına geçen ilk ismi Cemal Türkan 1953 yılında Bolu’nun Kuzörendağlı köyünde dünyaya geldi. Türkan ilkokulunu günde 6 kilometre yürüyerek bitirdiğini anlatırken, o günlerde kendisinin diğer arkadaşları gibi koltuğunun altında bir odunla gittiğini hatırlayınca gözleri doldu.
NEDEN AŞÇI OLDU?
Birçok tanıdığı gibi aşçılık onun da baba mesleğiydi. İlkokulu bitirir bitirmez babasından ‘Seni İstanbul’da Abdullah Lokantasına çırak olarak veriyorum’ sözlerini duyunca heyecanlandı. Ne de olsa artık 13 yaşındaydı, büyümüştü ve hayata atılmanın zamanı gelmişti.
Yıl 1965 idi, İstanbul’a ilk defa gidecekti. Minicik yüreği ile içine girdiği kocaman dünyada ezilmemek için herkesten çok çalışması gerektiğine inandı. Burada önüne çıkabilecek fırsatları değerlendirmek konusunda kararlıydı. İstanbul’un en hatırı sayılır lokantasında çıraklık dönemi başladı. O kendisine verilen işleri en iyi şekilde bitirip ustalarından bir şeyler öğrenmenin yolunu arıyordu. Kısa bir süre sonra kendisini sevdirdi. Mesleğini geliştirdi. Artık onun adını büyük otellerin şefleri bile duymuştu. Hilton Otelinden aldığı teklifi hemen değerlendirdi. Daha sonra Tarabya Oteline geçti. İşte tam bu sırada hayatını değiştirecek fırsatı yakaladı.
FRANSA YOLU GÖRÜNDÜ (Bundan sonra kendi ağzımla anlatacağım)
Tarabya otelinde çalışırken, beni iyi tanıyan zamanın ünlü bir şefinin aracılığıyla, Ocak 1971’de St Tropez’de yazlık lokantası bulunan ve İstanbul a tatil için gelen bir fransız’la tanıştım. Bana lokantasında çalışmak için teklif etti. 10 Mart 1971 akşamı St Tropez’e (Fransa) ulaştım. Beni patron karşıladı lokantasını gezdirdi. Henüz lokantası faaliyete geçmediği için beni sıradan başka bir lokantaya yemek yemem için götürüp bıraktı ve işaretle sonra gelip alacağını belirtti. Masaya oturdum ve garson bana bir mönü uzattı. Mönüye baktım hiçbir şey anlayamadım. Sadece creme cramele’i krem karamel olduğunu düşümdüm. Bir tek Fransızca kelime bilmediğim için garsona işaret ederek parmağımla, rastgele, bir yemek seçip garsona gösterdim. 5 dakika sonra, elinde bir tabakla gelip yiyeceği önüme koydu. Yemeği hemen tanıdım. Çünkü bu yemeği biz Hilton’da yapıyorduk. Önüme konan yemek domuz patesi idi. Hemen garsona işaret ederek ben bu yemeği yiyemeyeceğimi anlatmaya çalıştım. Garson yemeği önümden aldı ve bana tekrar mönüyü verdi. Yine mönüye kuşkuyla bakmaya başladım. Garson benim Fransızca bilmediğimi ve Müslüman olduğumu anladı. Bana yardım etmek amacıyla yanıma yaklaşarak mönüde bir yemeği gösterip ‘mööö’ diye ses çıkararak yemeğin sığır etinden olduğunu ve başka bir yemek gösterip ‘gıt gıt gıdak’ diye ses çıkararak yemeğin tavuk etinden olduğunu ima etmeye çalıştı. Ben de hemen sığır etinden olanı istedim. Garson gitti, 15 dakika sonra bir biftek ızgara getirdi. Bifteğe şöyle bir baktım, etin sadece atına ve üstüne ızgara değmiş. Et tamamen, bana göre, çiğ idi. Garsonu tekrar çağırdım ve parmağımla işaret ederek etin çiğ olduğunu anlatmaya çalıştım. Eti alıp götürdü ve iki dakika sonra geri getirdi, ama et yine çiğdi. Karnım çok açtı ve garsonu kızdırmamak için eti orasından burasında derken yiyip bitirdim. Ertesi gün gösterdiği tavuk yemeğini isteyip 10 gün hep aynı yemeği yiyerek geçirdim. Bu arada hemen yiyeceklerin isimlerini öğrenmeye başladım ve bu sıkıntıdan kısmen kurtuldum.
Çalıştığım lokanta açıldı ve iki ay geçti. Bende St Tropez e biraz alıştım ve bir şeyler öğrenmeye başladım. Çalıştığım L’Escale (Liman) lokantasına Birgitte Bardot çok sık gelirdi. Bir gün, şef garsona salatayı çok beğendiğini söylemiş. O da salatayı bir Türkün yaptığını ona söylemiş. Merak ederek mutfağa geldi ve şef garson beni gösterdi, Birigitte Bardot bana ‘bonjour dedi. Bende başımı sallayarak selamını aldım. O anda hemen garson atıldı ve benim Fransızca bilmediğimi söyledi. Birigitte Bardot’da mutfak şefine dönerek sahiden Fransızca bilmiyor mu dedi. Şef de, alaylı bir tavırla ‘biliyor biliyor, bütün Fransızca küfürlerin hepsini çok iyi biliyor’ dedi. Bu imada bir gerçek vardı, o da şu; mutfakta çalışan benim yaşımda çok yılışık bir aşçı vardı ve bana şakayla karışık bütün küfürleri ederdi. Ben de ona aynı şeyleri söyleyerek ilk önce Fransızca küfürleri öğrendim. Sezon bitiminde, bir yıl sonra Cote d’Azur’ün en ünlü oteli olan Byblos’a geçtim ve burada kendimi biraz daha geliştirdim.
EĞİTİME BAŞLIYORUM
1973 yılında Paris Versailles bölgesinde bulunan, deneyimli bir aşçı olarak, meşhur Auberge de Coeur Volant lokantasına geçtim. Fransızcamı ve mutfak bilgimi yeterli derecede ilerlettikten sonra 1978 de aşçılık sertifikası almak için bir aşçılık okulunda kurslara katıldım ve sertifikayı başarıyla aldım. Ardından pastacılık sertifikasını kazandım. Burada, bütün hocalar benim çok yetenekli olduğumu ve eğitime devam etmem gerektiğini vurguladı. Bu arada, Avrupa’nın en büyük oteli olan Le Meridyen Etoile’e şef dö parti olarak başladım. Sene 1980. Bende, burada Fransa’da aşçılığın en önemli diploması sayılan profesyonel aşçı diploması (B. P. Cuisine) almak için Fransa’nın en önemli otelcilik okulu olan Paris’teki Jean Druant okuluna yazıldım. 1983 de Profesyonel Aşçı diplomasını aldım. Hemen ardından, 1984 de Lokantacılık Teknisyen Diplomasını da aldım. Bu diplomayı alırken Paris, Strasbourg ve St Quebtenne okulları arasında birinci oldum. Burada hocalarım tarafından çok büyük takdir gördüm ve beni Paris Versailles Akademisine yazdırdılar. Bütün masraflarım Meridyen oteli tarafından karşılandı. Hem okuyordum hem de çalışıyordum. Ayrıca ailemin geçimini sağlıyordum. 1987 de son diplomam olan Akademi diplomasını da elde ettim.
Meridyen otelinde çalışırken de birkaç hatıram oldu. Gilbert Becot uzun zaman meridyen de kaldı ve benimle ahbap oldu. Hep benim yemeklerimi tercih ederdi. Bu otelde çalışırken Miterand, Giscar D’Estein, Chiraque ve daha birçok devlet başkanına defalarca yemek verdim.
1987 de Pris’te Pavillon Bleu oteline mutfak şefi olarak başladım. Bundan sonra, maaşım artığı için yoksulluğum da sona ermiş oldu. 1995’e kadar birkaç önemli müessesede executif Chef olarak çalışıp Türkiye’ye döndüm ve ilk kitabım olan Uygulamalı Yemek Yapma Temel Tekniği’ni yazdım.
1996 Ürdün Kraliyet Sayrına şef aşçı olarak gittim. Burada, Kral beni çok beğendi çok ciddiye aldı. Burada daha önce birçok Türk aşçı görev yapmış ve halen yapmakta. Kral benim diğer Türk aşçılarına benzemediğimi ve onlardan çok farklı olduğumu söyledi. Saraya gelen misafirlere mutlaka beni överdi. Yemek seçimini tamamen bana bırakırlardı. Bana sonsuz güvenleri vardı. Şimdiki Kral Abdullah benimle hep Fransızca konuşurdu ve bana çok samimiyet gösterirdi. Ürdün kraliyet ailesi Türkleri çok seviyor ve Türklere karsı büyük saygıları var.
Gurbet, artık canıma tak demişti ve Bolu’ya yerleşmeyi çok ciddi olarak düşünmeye başladım. 1998 yılında Türkiye’ye dönüp bir daha ayrılmamak için kararımı verdim. Bir müddet dinlendikten sonra 1999’ A. İ. B. Üniversitesi Mengen Aşçılık Yüksek Okuluna kadrolu Öğretim Görevlisi olarak atandım. Burada, ders vermenin yanında, Türk Mutfağı hakkında araştırmalarıma başladım ve Mutfak Teknolojisi, Yemek Repertuarı ve Turizm’de Beslenme İlkeleri ve Mönü Planlama, Aşçılık ve diğer aşçılıkla ilgili kitaplar yazdım. Halen çok yoğun şekilde, Türk Mutfağı üzerine araştırmalarımı yoğunlaştırarak sürdürmekteyim. Düşüncem ve amacım Türk Mutfağını çağdaş düzeye getirmektir. Şu anda eğitim ve turizm okulları için gerekli çalışmalar yapmaktayım. Bu yolda gereken her fedakarlığı göstereceğim.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; İstanbul xy otelinin şu anki aşçısı bir Fransız ve aynı diplomalara sahibiz. Buradaki tek fark; onun aldığı maaşla benim aldığımın arasındaki dengesizliktir. Ama Türkiye’de olmaktan ve Ülkeme hizmet etmekten son derece mutluyum. Bu durumun bana verdiği haz’ı hiçbir şeye değişmem. Bundan sonra, inşallah, ülkemden de okumuş (yüksek diplomalı) aşçılar yetişir. Ben de bu konuda yetkililerden yardım bekliyorum.
HOBİLERİM
Ben sadece işle yatıp işle kalkan biri değilim. Yıllar önce Paris bölgesinde bulunan bir gölde rüzgar sörfü yapmayı öğrendim. Yazları, 20 yıldan beri Açakoca’da (Düzce) rüzgar sörfü yapmaktayım. Burada tek rüzgar sörfü yapan kişi benim. Akçakoca’ya yolunun düşüp de bir sörfçü görürseniz o kişi büyük ihtimalle benimdir.